19 Haziran 2009 Cuma

ANKARAGÜCÜ NASIL KURTULUR ?


Günün ekonomik ve sosyal şartlar her geçen gün Türk sporunun üstüne binerken, Ankaragüçlü ve Ankaralı futbolseverleri uzun süredir meşgul eden Ankaragücü-Ankaraspor birleşme senaryoları mutlu son ile noktalandı. "Her iki kulüp yollarına ayrı ayrı devam etme" kararı aldı. 100 yıllık efsanevi Ankaragücü, kendi kurumsal yapısı içersinde her ne kadar problemler yaşasada, kendinden çok çok genç bir yapının bünyesine katılarak yada bu genç bünyeyi içine alarak (siyasi ve ekonomik olarak) erime ve yok olma tehlikesinden de böylece kurtuldu.


Futbolu babasının çiftliği gibi gören siyasi erk, kendine bağlı yerel yönetimler sayesinde Türkiye'de sporu özelliklede futbolu hızla sömürgeleştirmede, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı marifet saymaktadır. Aynı süreç, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş evresinde kurulan ve geçtiğimiz günlerde 100.yılını kutlayan Altınordu İdmanyurdu üstündede bir başka türlü denenmiş, saray ileri gelenlerinin kurdukarı bu takım imparatorluğun tarih sahnesinden silinmesi ile gücünü yitirerek, popülerliğini de kaybetmiştir.. (Bu kulüp şimdilerde İstanbul 2.Amatör Ligi'nde mücadele etmektedir).


Ankaragücü gibi 100 yıllık bir mazisi olan camianın bugün içinde bulunduğu sorunları, kendi bünyesinde, kendi taraftar potansiyeli, gelenek ve görenekleri içersinde çözülecekken, kendi kuruluş ananelerine ters bir şekilde bir kulübün bünyesine girmesi zaten düşünülemezdi. Böyle bir durumda kulüp bir çok taraftarını kaybedeceği gibi, kulübün tarihinin mihenk taşlarını bilenler tarafından da hiç de hoş karşılanmayan bir durum ile karşı karşıya kalacak, sempatisini kaybedecekti. Ankaragücü burdada tarihsel görevini yerine getirmiş kişilerin değil, şehrinin takımı olduğunun bilinci sergileyerek , Melih Gökçek ve ekibinin saltanat duygularına karşı duruş sergilemiştir. Burada Ankaragücü yönetiminin sağduyusunu tebrik etmek gerekir.


Kulübün kurtuluşu kendi içindedir, bunu dışardan ithal bir model ile aramak yanlış olacaktır. Kulüp kendi kurumsal yapısı içinde yapacağı küçük rötüşler ile kendi ayakları üzerinde duran, güçlü bir yapıya sahip olacaktır. Mevcut yönetimin, üyelik statüsünün bir kez daha gözden geçirerek, yeni üye alımları ile Ankaragücü'nü seven, onunla yaşayan genç beyinleri kullanma becerisini sağladığı zaman, görülecektir ki şehir insanı "ait" olma duygusu ile başka şehirlerdeki takımlara kaçmayarak, takımına sahip çıkacaktır. Taraftarları kulüp çevresinde toplayan organizasyonlar, alt yapı çalışmalarını bütün ülke sathına yaymak, yurtdışından yaşı küçük yeteneği büyük gençleri toplamak Ankaragücü'nü kısa zamanda layık olduğu yere getirecektir.


Ankaragücü bir isyan takımıdır. İstanbul'da kurulduğu 1910 senesinden beride bu isyanı içinde barındırır.

25 Şubat 2009 Çarşamba

FUTBOLUN UNSURLARI 2 - SOL AÇIK

Futbolun en "komünist" adamı. Sol tarafta oynayıp, rüzgarın oğlu tanımlamasına uyan ve tahta bacağına yediği tekmelerden sonra sürüyen ama, karşındaki sağ beki paçavraya çeviren "Sol Açık." Bir çok fanzine de isim babası olma şerefini taşır
(mesela: http://forzalivorno.org/solacik/?page_id=13 ).

Futbolun bu en aykırı adamı, değim yerindeyse bulunmaz hint kumaşıdır. İyi bir "Sol Açığın" karşısında iki büklüm olan bek Ahmet'in bel ağrısı nedeni ile çıkarken, yerine giren, bek Kamil'in maç sonrası arkadaşlarına "Ahmet haklıymış." serzenişleri hiç de duyulmadık sözler değildir.

Günümüzde iyi bir "Sol Açık" bulmak için milyon dolarları sokağa atan kulüpler, bu mevkide zaman zaman ters ayaklı bir sağ açığı oynatma yoluna gitselerde, hiçbir zaman iyi bir sol açığın yerini dolduramazlar. Bir "Sol Açık" oyuncusu sırf karşısındaki oyuncuyu deli etme pahasına, zaman zaman kendi takımını yaksa da, tribünden izlenirken bu oyuncuların futbola kattığı zevk unutulmamalıdır.

Her sol ayaklı oyuncu, sol açıkta oynayamaz. Bir açık oyuncusu hızlı, dinamik ve aynı zamanda da kaya gibi sert bir ciğere sahip olamsı gerekirken, "Sol Açık" oyuncusu bunların yanına bir de "ters" olmayı ekler..... Futbolun bu en fiyakalı adamı, kostumünü bu ters tarzı ile tamamlar.

Dünyaya ve Türkiye'ye baktığım da aklıma gelen en iyi sol açıklar; Manchester United'lı Ryan Gigs, Real Madrid'li Robben, İskoç Danienl Duff, İngiliz George Best, Portekiz Figo, Türkiye'den Rıdvan, bir de bizim mahallenin "Tavşan Raci Abi"'si. Gördüğüm en tip sol açıklar. Haklı olarak herkes "Tavşan Raci Abi" kim ola diye soracak. Bizim mahalledeki, apartman görevlilerini, mahalle esnafını, mahallenin sakinlerini peşinden koşturan, ayağına çabuk eline hızlı sol açığımız. Mahallemizde daldığı her erik, armut, dut ve bilimum C vitamini deposu ağaçtan taş yemeden sıyrılan ve aynı anda da karnını doyuran, su savaşlarında semt sakinlerini ıslatıp 3 hafta evlerden dışarıya çıkamamamızı sağlayan, misket partilerinde "KAPIŞ" diye bağırarak ütüldüğü misketleri yasadışı yollardan geri alan, at yarışlarına meraklı, pokere sarmalı ama mahalle maçlarında attığımız her uzun topta karşısındaki beki sekerek geçmesinden dolayı lakabı "TAVŞAN" olan bizim Raci Abi, babasının yoğun ve "şiddetli" isteği üzerine herhangi bir futbol takımında federe olarak oynayıp literatörlere geçemedi. Ancak bir kısa bir not düşersek, onun ne derece iyi bir sol ayaklı olduğunu daha da iyi anlarız. "Tavşan Raci"nin sol ayağı o kadar iyiydi ki, 1980 12 Eylül'ünden sonra elini ayağını sokaktan uzunca bir süre çekmek zorunda kaldı. Raci Abi, her yerini bulamayan sol ayaklı oyuncu gibi şimdilerde bira göbeği ile iyi bir televizyon maç seyircisi statüsüne yükseldi. Torunları ile ona uzun bir hayat diliyorum.

4 Şubat 2009 Çarşamba

FUTBOLUN UNSURLARI 1 - KALE


Futbolun en önemli unsurudur "kale". Sahaya çıktığınızda tribünlerden sonra, ikinci gözünüze çarpan 2 metre 44 santim yüksekliğinde ve 7 metre 32 santim eninde boşluğu ifade eden, 12 cm'den az olmayan kalınlıktaki beyaza boyalı direkleri ile heybetli bir dikdörtgen. Fetih edilme büyüsü ile santraforundan, müzmin yedeğine kadar herkesi cezbeder, Kale'yi feth eden kadroya girer. Kendisine eşlik eden filelerin rüzgarla dansındaki aheng, Kalenin haşmetini bir o kadar arttırır.


Futbolun olmazsa olmazı "Kale", maceracıdır, maçların kaderini etkilemekten hoşlanır. Zaman zaman sağ, sol ve üst direkleri ile önündeki bekçiye yardımcı olur. Tam gol oldu dediğimiz anda bir bakarız, daralmış, topla teması sağlamış ve topu gerisin geriye yollamış, bir bakmışsınız muzipliği bürünüp, direkten döndüğünü düşündüğümüzde banttan topu içeri buyur etmiş.


Kale'nin üç hali vardır, sevenleri bilir.


Bir tanesi "Tek Kale"dir. İki takım tek bir Kaleye hücum eder. Antrenmanlarda sıkça defans oyuncularının gelişimi için uygulanır. Tarih sahnesine , arsalarda; yer darlığı ve oyuncu sayısı az olduğunda çıktığı söylenir. 1995 öncesi Ulusal Takımımızın, maçlarını sık sık "Tek Kale" oynaması, tarihsel bir gerçektir...


İkinci hali malum, herşeyin denk olduğu ortamlarda oynanan Çift Kaledir. Onbire onbir maçlarda, herşeyin normlara uyduğu yerlerde kullanılır. Günümüz futbolunu temsil eder. İki rakip ve korumaya çalıştıkları Kale'leri.


Üçüncü hali Japon Kale'dir. Üç ve üstü sayıda, belli aralıklarla korulan ve her oyuncunun kendisine ait ve savunmakla yükümlü olduğu Kale dir. Çekik gözlü olduğu için Japon derler , ama aslında çok olduğundan bu adı almıştır. Bu da kalenin muzip yönünü anımsatır. Kimsenin kalesini boş bırakmaya, dalgaya düşme lüksü yoktur. Her beş gol yiyen hem tribüne çıkar, hem de gazozdan olur. Affı yoktur... Engebeli arsaların, modern antrenman sistemine kazandırdığı ilkel savunma çalışmasını barındırır.


Mahalle arasında oynanan "arsa futbolunun" en garibanı Kale, iki baba vari taştan ve ayak-adım hesabı ile boyutu belirlenerek hizmete açılır. Genişliği, en büyüğü 36 ayak-adımlı Büyük Kale ve en küçüğü 9 ayak-adımlı Minyatür Kale olarak betimlenir. Bu hallerde, Kale'nin yüksekliği, Minyatür Kale'de bel hizası, Büyük Kale'de göz hizası kadardır. Burada bile şakalarına devam eden kale, mahalle maçlarında taş üstü tartışmasına da çokça meydan verir. Hatta bu yüzden de mahalle kavgalarının sık sık çıktığı görülür...


Tribünlerin unutamadığı enstanteneleride barındırır. Ünal Karaman'ın İngiliz kalesinin direğinde patlayan şutunu anımsarız ya da üst direkten vurupta gol çizgisinin içine veya dışına vurduğunu tribünden tespit edemediğimiz pozisyonları da kale direğinin yükseklik ve alçaklığına yorumlayıp, hayıflanırız. Ama bir gerçek var ki, pek çok Kale Direğinin, önündeki kaleciden çok daha iyi performans gösterip 1 puanın kurtarıcısı olduğudur...



2 Şubat 2009 Pazartesi

2008-2009 DEPLASMANLI SUTOPU LİGİ MAÇLARI



  • 31 Ocak 2009 - 1 Şubat 2009 tarihleri arasında İstanbul, İzmir ve Ankara'da oynanan 1.Lig deplasmanlı sutopu maçları neticeleri

    31.01.2009 ESTİ - GALATASARAY 2 -20
    31.01.2009 IŞIKKENT - KINALIADA 10 - 8
    31.01.2009 A.S.S.K. - HEYBELİADA 5 - 9
    31.01.2009 ENKA - DENİZGÜCÜ 15 - 8
    01.02.2009 IŞIKKENT - GALATASARAY 1 - 26
    01.02.2009 ESTİ - KINALIADA 9 - 7
    01.02.2009 O.D.T.Ü. - İ.Y.İ.K. 7 - 12




26 Ocak 2009 Pazartesi

HAYAT FENA HALDE FUTBOLA BENZER

"Hayat fena halde futbola benzer. Dört doğru pas seni gol pozisyonuna sokar."

Dünyaya ilk geldiğinde ağlayan ademoğlu, bu hayata merhaba derken neden ağladığını merak ediyorsa, bundan sonraki yaşantısına da belli bir anlam yükler. Liglerde son günlerde gittikçe artan şiddet olaylarına karışanların, yaptıkları eylemleri bir parça sorgulama cesaretini göstererek, biz ne yapıyoruz ve neyi paylaşamadıklarını kendilerine sormaları gerekmektedir.

Futbol bir bütün; soyunma odasından, sahaya çıkılan ilk ana kadar duyulan tarifisiz heyecan başka, seronomi de rakibin elini sıkarken ki heyecan daha başka.. Ya ilk başlama vuruşu, tribünden gelen sesler, teknik direktörün boğuk sesine karıştığında hiçbir şey duymadan gözümüz, gönlümüz topta. Attığımız bir golün veya kazandığımız bir maçın hemen ardından duyduğumuz heyecan ve mutluluk. Okul çağları, ilk aşklarımız, evlilik veya baba oluşumuz, hayatın içinde duyduğumuz bütün heyecanlar. Hepsinde de aynı hazzı duymuyor muyuz?

Gol için çırpındığımız dakikalarda, defansın arkasına attığımız o deparın, ağzımızın içinde bıraktığı derin serinlik, pozisyonun öncesi ve sonrasıyla yaptığımız işin ruhuna adapte olduğumuzun göstergesi. O ruh ki, formalarımıza hayat veren, bizi sınıyan, üzen, acı çektiren, sevindiren, hırslandıran veya kızdıran. Hayatın en mahrem anlarını yaşadığımız yatak odamız ve futbol sahası arasındaki fark nedir söyleyebilirmiyiz? Herşeyin orada başlayıp, orada bitmesi gerektiği gerçeği, yanı başımızda dururken.... hayatı uzatamayacağımızı düşünmeden, bir doksan dakikayı da uzatmak için son düdükle birlikte, hakemin çevresinde aldığımız yalvaran gözlerimiz. Hayatın parçası değil de ne?

Hayat fena halde futbola benzer, sol bekten yediğimiz tekmenin acısı daha dinmeden, hakemin iki eli önde topu gösteren hareketine, oyna yorumuna isyan ederiz. İşsiz kalmışızdır, patrona isyan eder çaresizliğimiz ile oyuna döneriz. Dedik ya benziyor futbol hayata, hayat futbola.... İsyanımız oyun kuralları içindeyse, kırmızı kartı görmeden oynun içinde kalırız.

Kimi zaman ayaklarımıza kadar gelen fırsatı, bir karış mesafeden dışarı attığımızı veya ıskaladığımız pek çok topu, saha dışında özel yaşantımızda da verdiğimiz kararlarla kaç kez auta çıktığımızı düşünebiliyormuyuz. O zaman kendi hatalarımızdan doğan başarısızlıkları, maç bittikten sonra rakibin sırtına tekme atarak ödeştirmek neden? Bükemediğin eli sıkmaktan ne tür bir rahatsızlığımız olabilir. Ya da gol atan bir adamın mutluluğu neden, öfke krizlerine yol açar.

Hayat fena halde futbola benzer, bugün rakibinin galibiyetini kabullenme cesaretini gösteremeyenler, yarın galip geldiklerinde aynı cesareti rakiplerinden beklemeye haklarının olmadı gerçeği ile karşılaştıklarında, yaşadıkları gol sevincinin ne kadar kısa sürdüğünü görünce üzüleceklerdir. Kendimiz için ofsayttada olsak, gelin gol sevinçlerine saygı gösterme cesaretini kendimizde bulalım.




20 Ocak 2009 Salı

FUTBOL'DA YÖNETİM.




Takım yöneticileri oluşturdukları sistemsizlik ile futbolun ruhunu yozlaştırmayı başarı saymaktalar. Hakemler, taraftarlar, basın, futbolcular ve sahalardan önce ilk konuşulması, eleştirilmesi ve bu eleştiriler ışığı altında kendine çeki düzen vermesi gereken kurum futbolumuzu yöneten "yöneticilerdir." Kulüplerin yaşadığı sorunların, kulüplerimizi ve futbolumuzu yönetenlerden kaynaklanan bir durum olduğu artık su götürmez bir gerçek.

Liglerin sonu yaklaştıkça, iflas bayrağını çeken, yalnız bırakılan kulüplerin haberlerini duyuyoruz. Herşey iyi giderken mangal da kül bırakmayan kulüp yöneticileri, işler ters gittiğinde neredeyse oturdukları evin adresini değiştirecekler. Profesyonel futbolun içine kadar çöreklenen bu durumun, amatör futbolumuza, altyapıya yaptıklarını varın siz düşünün.

Öncelikle konumuz ve gündemimiz amatör futbol olduğundan, bu liglerin gerçek adını ve yaklaşım statüsünü belirlememiz gerektiğini düşünüyorum. Doğru teşhis koyup, doğru tanımlamalar yaparsak, girişeceğimiz bir çözüm arayışında da mesafe kaydederiz.. "Amatör"ün kelime anlamının ne olduğuna bakalım. Amatör; Latince "seven" kelimesinden türemiştir. Sözlük anlamı ise; "Bir şeye hevesi olan ve onu hararetle arayan, sadece zevki için ve bilerek bir sanat ve ilim ile uğraşan, bir zevki para karşılığı yapmayan kimse" olarak sözlüklerde yer bulur. Bizim amatör liglerimiz bu tanıma baştan uymamaktadır. Çünkü, amatör futbolun bütün figüranları para kazanmakta, büyük bir çoğunluğu geçimini bu yolla kazanmaktadır. Futbol Federasyonunca tescil edilmiş bütün kulüpler, antrenör lisansına sahip teknik adamlar, lisans verilerek saha da formasını ıslatanlar bu işten para kazanmaktadırlar ve amatör tanımına bu yüzden uymamaktadırlar. Günümüzde amatörler diye nitelendireceğimiz tek grup, artık halı sahalarda veya tek tük kalan arsalarada top peşinde koşan ve bu işten para kazanmayıp zevk için yapan futbol sevdalılarıdır. Bu yüzden de, amatör liglerdeki takımlara "Federe Futbol Takımları" dememiz gerektiğini düşünüyorum.


Federe Futbol Kulüplerini, amatör kulüp yapısı çerçevesinde düşündüğümüzde, bu kulüplerin ayakta kalma gibi bir şanslarının olmadığını göremeyen futbol federasyonu, neyin federasyonluğunu yapması gerektiğini de sorgulamalıdır. Bu kulüplerin hepsinin yalan yanlış bir bütçesi var. Bütün bu kulüplerin bütçelerinin ayarlanması, yeniden yapılandırılması ve kanunlarla belirlenmiş standartlara oturtulması gerekmektedir. Borçları, gelirleri, transfer politikaları, teknik kadroları ve alt yapıları acilen düzenlenmeli, oluşturulacak standartlar ile normlar belirlenmeli, kriterler oluşturularak, alt kümelerdeki bu takımların yönetilmesi ve bir organizasyona oturtulması gerekmektedir. Bu kriterler ile, futbolcu ile yapılan resmi sözleşmenin arkasında duramayan, oyuncusunun maaş ve primlerini sözleşme şartlarına göre ödemeyen, formasını ıslattığı oyuncusunun ve çalışanlarının sosyal güvenlik primlerini yatırmayı beceremeyen yönetimlerden acilen arındırılmalı ve yönde çalışmalar yapılmalıdır.


Standartları, "Organizatör Kurum" tarafından belirlenen ligler, mutlaka ve mutlaka sponsorlar ile bütünleştirilmeli, desteklenmeli. Bugün "İddaa" gelirleri ile sadece yol parasını denkleştiren bir çok kulüp, bu gelir eline geçmeden kendi alacağına sahip, (burada oldukça titizlenen ne yazık ki aynı hassasiyeti kulüplerle itilafta olan sporcu ve teknik adamlara göstermeyen) Futbol Federasyonu tahsildarlarına yenik düşmektedir. Futbol Federasyonu portresi, içinde sadece kendini güvenceye almakta, futbolcu ve teknik heyetlerin alacaklarnı herhangi bir güvence altına almamaktadır. Sponsorların organizasyonları ile bu maddi gelirler sağlanabilir ve lig daha cazip hale getirilebilir.


Biz futbolseverlerin beklentisi, Federasyonun üstüne düşen bu düzenlemeleri gerçekleştirmek, kulüp ve liglere çeki düzen vermek ve kaliteyi arttırmasıdır. Eğer ilk adımda bu düzenlemeler yapılamazsa, çok yakında Türkiye'de altyapı ve amatör dediğimiz, futbolun olmazsa olmazı takımlarımızın, Playstation'da oynanan sanal takımlardan öteye gitmeyeceğini üzülerek göreceğiz..




15 Ocak 2009 Perşembe

FC DARLİNGTON - Quakers


Kuruluş Tarihi : Temmuz 1883


Sembol İsim : Quakers


Renkleri : Kırmızı-Beyaz-Siyah


Stadı : Darlington Arena (20.000 Kişilik)




TARİHÇE


İngiliz 2.Lig'de mücadele eden aynı adlı şehrin futbol kulübü.
Darlington Futbol Kulübü 1883 yılının Temmuz ayında kuruldu. Amatör olarak şehri temsil etmek için bir takımın kurulması, yerel bir ortaokulda yapılan toplantı ile kararlaştırıldı.

Feethams yeni kulübün evi oldu. Yer, John Beamont Pease’den kiralandı ve kriket sahasıydı. İki yıl sonra ilk kez FA Cup'a katılan kulüp, Grimsby' den 8-0'lık ağır bir yenilgi aldı.

Darlington, 1989'da Northern Ligi'n asil kurucu üyelerinden biriydi. Darlo, iki kez 1896'da ve 1900'de bu ligi kazandı. Kulüp, 1908'de profesyonel oldu, ve daha önce oluşturulan North Eastern Ligi'ne katılması kararlaştırıldı. Kulüp, North Eastern'deki ilk maçında Sunderland'a 5-1 mağlup oldu ve sonrasında kulüp, İkinci Lige girmek için müracaat etti

1910-1911 sezonunda FA Cup’ ta son onaltı takım arasına kaldı. Zor şartlar altında, Swindon Town’a kadar onbir oyunla sekiz raunt geçtiler. Kulüp, 3-0 yenildi ve bir daha asla bu başarıyı tekrarlayamadı Fa Cup'taki başarısından iki yıl sonra Darlington, North Eastern Ligini kazandı. Savaş, Darlington'da büyük bir darbe yaptı ve kulüp para problemleriyle karşı karşıya kaldı. Çalışan taraftarlara çağrı yapılarak sahte basılan senetler karşılığında para toplandı. Başkan, Bay J.B.sahneye çıktı, borçları ödedi ve Feethams'ın doğu tarafının inşasını bitirdi.

Savaş sonunda bitti ve 1920'de kulüp North Eastern ligini üst sıralarda bitirdi, Durham Senior Kupası’nı kazandı. Darlington, bir önceki gibi iyi bir sezon geçirdi. North Eastern Ligi’nde başarılı oldu ve kulüp, kuzeyden ÜçüncüLig'de oynama hakkını kazandı. Yeni ligde ilk mevsim, çok iyiydi ve üst sıralarda ligi bitirdi.. Bir sonraki sezon, Darlington, evinde hiç yenilmedi, ligde üçüncü sezonunda ligi birinci olarak bitirdi ve İkinci lige terfi etti.

İkinci lige, kendi evinde Nottingham Forest 0-0 beraberliği ile başladı. 13.000 kişilik bir taraftar topluluğu, Quakerlar'ın, ikinci ligde ilk maçını oynadığına tanıklık etti. İkinci Ligdeki ikinci sezonları ilki gibi iyi değildi ve tekrar Üçüncü Lige düştü. Savaşa kadar Üçüncü Lig’de mücadele etti. 30’lara kadar kulüo bir ilerleme sağlayamadı. 1933/34 sezonunda kulüp, Üçüncü Lig’de North Cup'ı kazandı. Old Trafford’da Stockport’u 4-3 yendi.

İkinci dünya savaşının başlaması ile oynanan futbol maçlarının miktarını sınırladı. Altı yıl boyunca süren savaş nedeniyle kulüp çok az maç yaptı. Yönetim bu süre içersinde yerel ordu tarafından kurulan takıma dayandı ve bir çok iyi oyuncuyu kadrosuna kattı. Bob Thyne'de böyle bir oyuncuydu. O, şimdiye kadar uluslararası düzeyde oynayan ilk Darlington oyuncusudur. Bu oyuncu, 1944'te İngiltere'ye karşı İskoçya için oynadı.

Savaş sonunda bitti. 1948-49 sezonunda taraftar katılımları yükseldi. 17.000 taraftar, Hull City'e karşı takımının maçını izledi. Darlo, 1-0 galip geldi. 28 Kasım 1955'te kulüp tarih yazdı. Newcastle'da, St.James Park'ta Darlington, Carlisle United ile oynadı. Projektörler altında oynanan ilk FA Cup maçıydı. Darlington bu maçı 3-1 kazandı. 1958'de takım, yeni kurulan Ulusal Dördüncü Ligin yeni üyesi oldu ve Coventry City, Watford ve Crystal Palace gibi takımlarla Feethams'ta karşılaşmaya başladı.

Altmışlarda Feethams'ta bir takım gelişmeler oldu. Stada projektörler yerleştirildi ve 10 Kasım 1960’da Millwall ile yapılan Darlington’un 5-2 kazandığı maçta ilk defa kullanıldı. Ancak bir elektrik problemi yüzünden batı tribünü yanar. Tribün yıkıldı ve sonra, tamamen aynı tarzda tekrar inşa edildi. Çatıya teneke bir kulübe konuldu, burasının ismine o zamandan bu zamana Teneke Kulübe denildi..

60'larda şimdiye kadar ki en fazla seyirciyi Feethams'ta topladı. League Kupası'nın üçüncü turunda, Bolton Wanderers Feethams'a geldi. Bolton Wandares'ında, Crystal Palace ve West Ham’ın daha önce gördükleri benzer bir sonucu görmesi için 21.023 kişilik Quaklers topluluğu Feethams tribünlerini doldurdu. Bolton maçı 2-1 galip bitirdi. Darlington, 1966'a kadar bu başarıyı tekrarlayamadı. Onlar ligi Doncaster'la beraber yukarıda bitirdi ve kırkıncı yılda kulübün ilk terfisini kazandılar. Takım,takip eden sezon yeniden küme düştü. Altmışların sonunda, Lig Kupası'nda son sekize kalan kulüp, heyecanlı bir oyundan sonra Derby'e 5-4 kaybetti.

1969/70 ve 1979/80 sezonları arasında Darlington, yeni bir yapılanmaya gitmek zorundaydı çünkü daha önce beş kere olan futbol ligine seçim tekrar yoktu. Her zaman başarılı olmak zorundaydı. Kulübü seksenlerde bir kez daha, mali bir karışıklık oldu. Kulüp, altı haftada £ 50.000'i bulmak için çok zorlandı para bulunmaz ise ligden çekilmek zorunda kalabilirdi. Şehrin insanları kulübü kurtarmak için gerekli parayı topladı. 1985'te takım, Üçüncü Lige terfi etti ve orada iki yıl boyunca kaldı. Kulüp 88/89 sezonunda Dördüncü Ligd'den Conferencee Ligine düştü. Brian Little yönetiminde ilk denemede kulüp ligi arka sıralarda götürür ve ondan sonraki sezon yeniden şampiyon olarak terfi eder. Bu terfi fazla hızlıydı ve sonraki sezon küme düşmede hızlı olur. Darlington, Üçüncü Ligde en sonlardadır.

1996'a kadar herşey yeniden sakinleşti. Darlington, yeniden Üçüncü Lig'de çıkmak için North East kulüpleri içinde iyi bir yılı bitirdi. Aslında kulüp, otomatik olarak sezonun son gününde terfi ettirilmiş olabilirdi. Plymouth, o gün Darlington'un rakibiydi ve maçı 1-0 kazanan da Plymouth oldu.

Herşey yeniden sakinleşti. 1997'e kadar, uzun yıllar boyunca hizmet eden Feethams'ta doğu tribün sonunda yıkıldı ve onun yerine yeni bir tane inşa edildi. Tribün inşası, yeni bir mali kriz yarattı. Yerel bir işadamı olan George Reynolds işbaşına geldi, ve 1999'da kulübü bu mali krizden kurtardı. O, 5 milyon pound olduğu söylenen borcu ödedi ve şehrin kenarında bir yerde 25.000 kişilik yeni bir stadın inşasına başladı. 1999 00 sezonunda Darlington, yeniden fantastik bir play-off maçı oynadı. Rakip Peterborough'tu ve Darlington 1996'da olduğu gibi 1-0 yenildi

Darlington , o zamandan beri terfi maçlarında kendini gösteremedi. 2002 / 03 sezonunun sonunda kulüp, Feethams'ta elveda derken, 2003 / 04 sezonunun başında Neasham Road'a merhaba dedi. Feethams'da, Darlington son maçında Letron Orient'le 2-2 berabere kaldı. Yeni yerin adı, Reynolds Arena adını aldı

Darlington, Arena'daki ilk maçı, 11600 kişilik bir kalabalık önünde Kidderminster Harriers'le oynadı. Quakerslar, Harriers'e karşı 2-0 yenildi ama Leyton Orient'e karşı evinde oynadığı sonraki maçta ilk galibiyetini aldı. Matthew Clarke, Darlington'un yeni yerde ilk golünü atan oyuncu oldu. Bu sonuca rağmen Darlington asla, taraftarları memnun edemedi ve maça gelentaraftar sayısı hızla düştü.. Arena, Darlington için çok büyüktü. 23 Aralık 2003'te çoğunluk kongre istedi. Şimdiye kadar Darlington'un kurtarıcısı olan Goerge Reynolds'u, hayranlarının gözlerinde neredeyse kötü adam ilan edildi.

Sahada Darlington, küme düşmemek için çok büyük bir çaba harcamaktaydı. . David Hodgson, idareci olarak geri döndü ve kulübü düşüş bölgesinden uzakta tutmaya çalıştı. Darlington'un ana alacaklıları, kulübün kurtarıcısı oldu. Sterling Consortium, Ioan George Reynolds'a yeri bitirmesi için paranın önemli bir bölümünü ödemeyi kabul etti. Onlar kulübü devralmayı denedi. Yine de olaylar, aynen öyle basit değildi ve Reynolds, onların topuklarına siper kazdı. Ancak yine de kulüp Sterling Consortium’un kontrolüne geçer.
Sterling ilk iş olarak stadın tabelasını değiştirdi. Reynolds Arena tabelası,22 Nisan 2004'de çıkarıldı. Sahada, David Hodgson'un yönetimi altında kulüp ilerlemeye devam etti ve 2004-05 mevsimi sonunda İkinci Ligi sekizinci olarak bitirdi. 2005-06'da da lig sekizinciliğini tekrar etti. Kulüb sadece, play-offlara iki kez katılabildi. . Başkan Stewart Davis, 2005-2006 sezonunun sonundan önce kulübün şimdiki başkanı George Houghton'a Darlington'u sattı. Kulüp halen İngiltere 2.liginde şampiyonluk mücadelesi vermektedir.

PATLAK MEŞİN


Hayat, futbol topu gibi yuvarlak.....
Erkek kısmısının en büyük neşesi ve derdidir meşin bir topun peşinde koşup, tekmeleyerek topu ağlara takmak. Geçmişte, mahalle maçlarının en kadersizi plastik toplardır. Para olmadığı için ölseler bile sonuna kadar tekmelenirler, emeklilik hakkı yoktur anlayacağınız... Toprak sahalara sahip bizim kuşak için, çok ender olarak elimize geçen meşin yuvarlağın değeri paha biçilmezdi. Şimdilerde, göbeğimiz yüzünden 10 metre karede aşındırdığımız halı sahalar (artık suni çim oldu), su geçirmez toplar ve kayıpta kıçımızın üstüne düşmemizi önleyen halı saha ayakkabıları ile hepimiz birer Maradona'yız. Ne mutlu bize ve bu imkanı bizlere sağlayan büyüklerimize.

Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul'da ilk halı saha, Haliç'i tepeden gören ve sırtını dayadığı Haliç Köprüsü'nün kenarında bulunan Dinarsu Halı Sahasıydı. Işıklandırma yetresiz olsa da oynayanları UEFA Kupası Finalinde hissettirirdi.. Yıl 1990'ların başı... Gazetelerde sürmanşet geçen saha ile ilgili haberleri çokça okurduk. Orada topla haşır neşir olup, ara pası yapanda bir hava sormayın gitsin. Oynamak için yer bulmak hemen hemen imkansız. En iyi halı saha ayakkabısı, yabancı dergilerde gördüğümüz Adidas Samba, futbol topu da Adidas Tango. Bizim emektar ayakların altındaysa normal lastik ayakkabılar var (Şimdilerde her türlü zemine uyan ayakkabıyı bulmak mümkün). En lüksümüzde Tiger'lar, Kaptan'lar ve varsa en makbulü ince tabanlı lastikler. Meşin yuvarlağı saymıyorum, şanslıysak dikişsiz su geçirmez Japon Mikasalar. Onlarla da oynandıkça bir garipleşiyor. Bir de hafif yağmurluysa hava, halı kaplı sahanın üstünde durabilmek için Şeytan Rıdvan'dan daha şeytan olmak lazım. Üstüne üstlük yere düşünce, temasın sağlandığı bölge ya yanar yada sertlikten dolayı sızlar.

Zaman su gibi akıp giderken, çoğu genç spor sever için bir komedi olan bu tip sahalar, ayakabılar ve toplar artık yerini çok daha gelişmiş zeminlere ve malzemeye bıraktı. Şimdi yerden yolladığımız pasın izdüşümü nerdeyse, "Benim yönüm burası" diyor. Formalar gıcır gıcır, ayakkabılar keza öyle, ancak çok sakarsan, dengen zayıfsa ayağın kayar, kıç üstü oturursun ama önemli değil zemin yumuşacık... Bütün bu gelişmişliğin içinde asıl figüranlar, yani oyuncular ne durumda... Birde onlara bakmak gerekir.

İyi bir gözlemci futbolun koşmaktan çok zeka ile oynandığını çözer. Koşu ve dayanıklılık, zekanın yanında iyi kullanılırsa avantaj sağlar. Devamlılığı sağlamak için bir bütün oluşturmak gerekir, bu tip oyuncuların yetişmesi malzemlerle ne yazık ki ters orantılı, bu da hayli şaşırtıcı ve düşündürücü. İyi oyuncu bulmak çok zor, devamlılığı sağlayabilen ve ruhunu formasına aktaran gerçekten iyi oyuncuya profesyonel ligde bile zor rastlıyoruz.
Hayatın bize sunduğu en basit oyun futbol ve aynı zamanda da en gerçeği. Yaşamak da futboldaki gereklilikler gibi zeka, bilgi, tecrübe ve devamlılık gerektirir.... Sağladığımız bütünlük içerisinde iz bırakırız.... Amatör futbolumuzdaki durum da buna benziyor. Ne yazık ki sağlayamadığımız bütünlüğün sonucunda, ölüm sancılarını çekiyor. Bir çok kulübümüz zor durumda. Hangi kulübe ne olmuş ne bitmiş federasyonun umrunda değil. Yarım bırakılmış statlar, başıboş bırakılmış maddi açıdan sürünen kulüpler, sahipsiz sporcular, bomboş tribünler ve tarihi olmayan kayıtlara geçirilmemiş amatör spor tarihimiz... Sahi hiç kendimize sorduk mu ? Amatör Spor tarihimiz nerede?...... Bu liglerde oynayıp, sonradan bırakanlara ne oldu. Üst yapıyı oluştururken ihmal ettiğimiz alt yapımız da neler oluyor, gelecekte sadece kulüplerimizin isimlerimi kalacak ve daha bir çok soru... Bunları kendine hiç sormadıysa Futbol Federasyonu, o zaman "Meşin Yuvarlak" patladı demektir.




13 Ocak 2009 Salı

YUNUS YÜCEL - Kaleciden De Öte


Hakkı yenmiş insanlar vardır. Sanattan, politikaya, spordan günlük hayatta kadar, rastlamasak bile varlıklarını duyarız. Kimine hadi ya deriz, kiminin hikayesine inanmayız.. Burun büktüklerimizde olur, kulak tıkadıklarımızda ..... Bu ülkede, şartların böyle oluşturulduğu, yada kişilerin yaşadığı talihsizlik olarak da algılanabilir. Gerçek şu ki; hepimiz bu çarkın içinde yediğimiz türlü türlü darbelerin şekline bürünüyoruz, farkında olmadan...


Top oynayanlar çok iyi bilir, arkan sağlam ise korkun olmaz, hele ki bu sağlamlık kaleni koruyansa ister istemez daha çok asılırsın maça. Yunus da böyle bir kaleci. 1990 senesinden beri izlediğim İkinci, Üçüncü ve amatör lig maçlarında sayısız maçın altından kalktı. Bir çok özelliğini kendisi çalışarak geliştirmiştir. Yan topları çok iyi süzer, tereddüt ettiğinea şahit olmadım, bir kalecinin en talihsiz anının tereddüt ettiği an olduğunu çok çok iyi bilir. Karşı karşıya pozisyonlarda hem soğuk kanlı hemde ayağına çabuk. Yere erken yatmanın ölüm olduğunun bilincinde. Oyunu okumada sezgileri o kadar iyi ki, bunu hem topu oyuna sokarken , hem de defansı uyarırken kullanıyor. Boyunun da yardımıyla cepheden köşelere giden hava toplarında iyi yer tutmanın avantajını kullanıyor, yer toplarında da çok çabuk. Bütün bu özeliklerinin yanında 2 özelliği daha var. Birincisi gerçek bir profesyoneldir. çalışmaktan asla yorulmaz, hocasına küsmez. Sezon başında da, ortasında da, sonunda da daima formdadır. İkinci özelliği sözünün eridir ve sakınmaz. Takım arkadaşlarının, hatta hakemlerin bile ona karşı saygısı vardır.


Bunca iyi özelliğinin yanında neden 1.ligde oynamadı sorusu akla gelebilir. İşte Türkiye'de hayatın özeti burada yatıyor. İki zayıf yanı var. Bir ironi ama "sözünün eri" olması. Bir diğeri de şansızlığı. Türkiye'de Volkan gibi bir kaleci Fenerbahçe kalesini koruyorsa bu hem futbolun , hem de Yunus ve Yıunus gibilerinin aynı zamanda da Türk futbolu'nun adaletsizliğini gösteriyor (Şimdi bana hadi ya diyenler aynı hatayı ders almadan tekrarlayan bir profesyonel lig kalecisine baksınlar). Şansın futbola etkisi çok bilinen bir olgudur. Şansın varsa yürür gidersin, yoksa şansın kalırsın.


Hiç unutmadığım bir Nişantaşı - Yalova maçı vardı. Tam yanımda Serdar Bilgili, o zaman Beşiktaş Başkanı. Maçı seyrediyıruz. Yunus askerden yeni gelmiş ve Nişantaşı kalesini koruyor. Yalova saldırıyor, saldırıyor ama gol atamıyorlar. Kanus karikaöür gibi bir o direkte bir bu direkte. Bilgili aynen şu kelimeleri kullandı: "Bu buraya nasıl düştü?" İşte futbolun adaletsizliğininbir göstergesi .....


Hayat sonuçların bileşenidir. Yunus futbolun nesnesi olacağına o hep öznesi oldu. Bunu başarabilen ender insanlardan biridir. Şimdi yaşının verdiği tecrübeyi, sahalardaki tecrübesini geleceğe taşıyacak birikimi aktarmaya hazırlanırken onun ve onun gibilerin var olduğunu bilmek, İstanbul'un Üç Hikaye kulüplerinden başını kaldırmayı başarabilecek gerçek futbolseverlerin gönlündeki coşkudur. Eğer o coşkuyu sizde yakalamak istiyorsanız, bir pazar gününü semt takımlarından bir tanesinin maçına giderek değerlendirin. Orada en azından arkadaşlarına pas verebilecek yetenekteki bir çok şansız futbol zenginini görebilecek, Premier Lig kalitesinde bir kurtarış seyredebileceksiniz.

FORVETTE DUT AĞACI


Gece örtüsünü aralamaya başladığında, kahvaltı sonrası adım attığımız dünyanın ışıklı bahçesinden bize gülümseyen dalları ile karşılardı, Dut Ağacı. Bahçesinde colasına maçlar yaptığımız Özel Kalamış Lisesi'nin tatil günleri dahil barınan tek canlısı heybetli bir "Dut Ağacı" arkadaşımız vardı. O zaman bu kadar derin fark etmediğim varlığı ile "Dut Ağacı" tek başına, toprağın derinliklerine inen kökü, okulun tam ortasına gelen heybeti ile durgun, dingin ve o kadar yüce görünüyor ki gözüme, çocukluk anılarımda onu göz ardı etmeden duramıyorum.

Okulun bahçesine top oynamak için geldiğimiz anlarda bazen bize rakip bazen de aynı takımın formasını giyer gibi düşünürüm hep onu. Bir çalım rakibe attığımızda, bir de ona basardık çalımı yada verkaça girdiğimiz anda onunla duvar pasını gerçekleştirirdik. Pas yüzdesinin yüksekliği şimdiki futbolcuları küstürecek kadar iyiydi. Bize hiç boş koşu yaptırmazdı. Bazen rakibimiz olur, en defansif adamımızdan daha mücadeleci olur, en tekniğimizin ayağından topu çalardı..

Sırf futbolda eksik etmediği arkadaşlığı ile tanımazdık. Yemek yemek için eve gitmeye üşendiğimiz anlarda, dallarındaki meyvesini bize sunardı. Bizi geri çevirdiğini hiç hatırlamam... Elinde, dalında ne varsa sunardı oyun arkadaşlarına.... Paylaşımdı onun arkadaşlığı.

Seksenli yılların sonunda, ufak ufak terk ettik mahalleyi. Yeni gözdemiz kızlardı, üç beş kuruş kazanıp kapısında beklediğimiz tribünler ve tadını genzimizde hissetmeyi hiç bir zaman unutmayacağım o toprak sahaların yerini alan halı sahalar.... Ne acı ki, okulun önünden geçtiğimizde, aynı güleryüzle bizi çağırmasına bizler yüz vermedik. İnsanın nanklörlüğü de bu olsa gerek. Artık yaşımız büyümüş, gözümüz gönlümüz sistemden başkasını tanımzaken, bir gün yolumun düştüğü okulun bahçesinde "Dut Ağacı"nı göremeyince içim burkuldu. Biz ona ihanet etmiş, onun ölümünde bile yanında olabilecek cesareti gösterememiştik..

Şimdi o arkadaşımın yerinde ondan daha heybetli ama köksüz bir yığın var.. Adına da "Apartman" diyorlar.....

10 Ocak 2009 Cumartesi

BİZİM SEMTİN TAKIMI 1-9-1 OYNAR


"Bizim Semtin" takımı, övünmek gibi olmasın 1-9-1 oynar. Mecburdur da oynamaya, yılların ezikliğini yüreğinde taşır. 1920'lerde kurulması ne fayda, şimdilerde kurulduğu tarihteki saha ve idare heyeti binasının ranta kurban edilmesi, önemli değildir, çünkü "Bizim Semtin" takımı zaten 1-0 yenik başlamıştır hayata.

Çocuklarıma göstermek için sararmış bir tarihini bile bulamam Bizim Semtin onbirinin, sahafları arasam, adam adama markaja girer, oyundan düşerim... Ne boynu bükük kupaları kalmıştır, ne resimleri ne de sağ kanattan yapılan ortaya müthiş bir vole patlatan sembol ismi... Semtin futbolcuları anılarını taşıyarak birer birer göçerken edebiyete, semtin okul bahçesinde karnımızı doyurduğumuz dut ağacının da apartman yapılmak için kesildiğini çok sonraları haber aldık. Semtin bakkalı zaten markete mağlup, semtimizin kanarya kahvesindeki anılar bir bir gasp edilmiş kafes içinde, sokaktaki çoşkumuz süprülmüş yağmur sularında... Anlıyacağınız Bizim Semtin takımı yine mağlup.

Bizim Semtin amatör takımı kaybettiği ruhunu aramaya bile çıkamadı, çünkü dedik ya 1-9-1 oynamaya mahkum edildi, öksüzlüğü ile. Hakem hep aleyhine çaldı düdüğü, varsın çalsın, federasyon zaten farkında değildir bu hayatın... Onlar 3 1/2 hikayenin peşinde gazetecilerle bomba patlata dursunlar... Bizim Semtin takımı önce amatöre ordan da kapanmaya kadar yuvarlanmış, kime ne....

Toprak sahalardan, kandırılmış bir alana kaymış futbol.... Orta sahasız. Zemin yeşil ama o doğal kokusu yok. Bırakın çimin kokusunu, toprağın nefes alıp verirken genzimize yapışan tadı da kalmamış..... Bir müteahhidin kireç kokan göbeğine meze olan Bzim Semtin sahası, hayata tutunabilmek için son maçında üç puan telaşında.... Bizim Semtin, rakipleri, Tophane Tayfunlar, Ülküsporlar, Vefalar, Anadolu Hisarları, Altınordular, Çankayalar, PTTler ve niceleri unutulmuşluğun gölgesinde bedenlerini sakınıyorlar usul usul ve ürpererek... Bir son ki, aynı Bizim Semtin takımı gibi...

Futbolda tozun, toprağın, tekmenin tadına bakanların bir laf vardır: "Amatörlerin Çilesi" diye.... O çile öyle tatlı bir çileydi ki, çilek tadında. Yağmur, çamur kavga gürültü denmez, her daim sevgi kokardı. Bizim Semtin takımının başında, o zaman limon kokulu başkanları olurdu. Şimdi kaçan paralı başkanların aksine, her yenilgide, yanında durduğu oyuncusunun, çamurlu formalarına el atarak sırtını sıvazlayan, parasız ancak limon kokulu başkanlar. Dedik ya 1-0 mağlup başladık ve öyle sürecek gibi bu maç, takımı mecburen 1-9-1 oynatmaya niyetlendik, kendi hayatımızda. 40'lı yaşların ortasında Martı Kubi'si, Tatar Ümiti, Şahap Cenabı, Çük Mesutu, Gözlüklü Samisi, Traktör Ahmeti, Tavşan Onuru ile ...... Bizim semt çözüldü, en babasından, başkaları çözülmesin hayatta.....